I. Genel olarak
İkinci Ayırım
Haksız
Fiillerden Doğan Borç İlişkileri1
A. Sorumluluk
I. Genel olarak
Madde 49 - Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
I-) 818 Sayılı Borçlar Kanunu:
(A) Umumi Kaideler
I - Mesuliyet şeraiti
Madde 41 - Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.
Ahlâka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.
II-) Madde Gerekçesi:
Madde 49 - 818 sayılı Borçlar Kanununun 41 inci maddesini karşılamaktadır.
Tasarının iki fıkradan oluşan 49 uncu maddesinde, haksız fiil sorumluluğunda, zarar verenin tazminat yükümlülüğüne ilişkin kural düzenlenmektedir.
818 sayılı Borçlar Kanununda, 41 inci maddeyle başlayan “İkinci Fasıl / Haksız muamelelerden doğan borçlar” şeklindeki üst başlık, burada hukuki işlemden (muameleden) doğan borçların değil, haksız fiilden doğan borçların söz konusu olduğu göz önünde tutularak, Tasarıda “İkinci Ayırım / Haksız Fiillerden Doğan Borç İlişkileri” şekline dönüştürülmüştür. 818 sayılı Borçlar Kanununun 41 inci maddesinin kenar başlığında kullanılan “A. Umumî kaideler / 1. Mesuliyetin şartları” şeklindeki ibareler, Tasarıda “A. Sorumluluk / I. Genel olarak” şeklinde değiştirilmiştir.
818 sayılı Borçlar Kanununun 41 inci maddesinin birinci fıkrasına göre, kasten veya ihmal sonucunda, “haksız bir surette”, diğer bir kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararı tazmin etmek zorundadır.
Tasarıda ise, kast ve ihmalin, kusurun çeşitlerinden olduğu göz önünde tutularak, söz konusu fıkra, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren kişinin, bu zararı gidermekle yükümlü olduğu şekline dönüştürülmüştür.
Ayrıca, 818 sayılı Borçlar Kanununun 41 inci maddesinin ikinci fıkrasından farklı olarak, Tasarının 49 uncu maddesinin ikinci fıkrasının başına “Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile” şeklinde bir ibare eklenmiştir. Aynı fıkrada, 818 sayılı Borçlar Kanununda olduğu gibi, ahlâka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren kişinin de, bu zararı gidermekle yükümlü olduğu belirtilerek, bu kural açıklığa kavuşturulmuştur.
Tasarının 49 uncu ve devamındaki maddelerinde, 818 sayılı Borçlar Kanunundan farklı olan diğer bir düzenleme de, haksız fiil unsurlarının her birinin ayrı ayrı belirtilmiş olmasıdır.
Metninde yapılan düzeltme ve arılaştırmalar dışında, maddede 818 sayılı Borçlar Kanununa göre bir hüküm değişikliği yoktur.
III-) Kaynak İsviçre Borçlar Kanunu:
1-) OR:
Zweiter Abschnitt: Die Entstehung durch unerlaubte Handlungen
A. Haftung im Allgemeinen
I. Voraussetzungen der Haftung
Art. 41
1 Wer einem andern widerrechtlich Schaden zufügt, sei es mit Absicht, sei es aus Fahrlässigkeit, wird ihm zum Ersatze verpflichtet.
2 Ebenso ist zum Ersatze verpflichtet, wer einem andern in einer gegen die guten Sitten verstossenden Weise absichtlich Schaden zufügt.
2-) CO:
Chapitre II: Des obligations résultant d’actes illicites
A. Principes généraux
I. Conditions de la responsabilité
Art. 41
1 Celui qui cause, d’une manière illicite, un dommage à autrui, soit intentionnellement, soit par négligence ou imprudence, est tenu de le réparer.
2 Celui qui cause intentionnellement un dommage à autrui par des faits contraires aux moeurs est également tenu de le réparer.
IV-) Yargı Kararları:
1-) YİBK, T: 08.06.1938, E: 1937/22, K: 1938/11:
"… ihtilâs ve zimmet suçlarında faizin lüzum ve tediyesinde umumî hükümlerin tatbiki iktiza edeceğine ekseriyetle karar verildi." (RG. 18.11.1938; S: 4066).
2-) YİBK, T: 08.01.1947, E: 10, K: 1:
"... Anlaşmazlık konusu, hatalı imâl olunan top mermisi ve kusurlu bir tüfengin manevra ve atış talimi sıralarında patlaması sonucu olan ölüm ve malûliyet sebepleriyle ilgililerin Devlet aleyhine açmış oldukları dâvada istedikleri maddi ve manevi zarar; … bakılması adalet mahkemelerinin görevi dışında kalan idari bir fiil sonucu mu? Yoksa, Borçlar Kanununun haksız fiil suretinde vasıflandırmış olduğu hususi hukuk alanına giren bir eylem cümlesinden midir? Keyfiyetidir.
Manevra ve atış talimi sıralarında mermi ve tüfengin patlaması, hizmetten ayrılması mümkün şahsi kusur, ihmal ve tedbirsizlik neticesi haksız bir fiil sayılıp sayılamıyacağı hususu, anlaşmazlığın çözümü bakımından incelenmeğe değer en önemli noktayı teşkil eder. Gerçi manevra ve atış talimleri idari bir fiildir ancak manevra ve atış taliminde kullanılan mermi ve tüfenkde imâl hatası ve kusur olup olmadığı hususlarının vaktiyle tetkik ve muayeneden geçirilmemiş olması yüzünden husule gelmiş olan zarar idari fiilden ayrı, müstakil haksız bir fiil sonucudur. Nitekim askerî bir uçağın mecburi iniş sebebiyle bir binaya hasar veya ölüm ve malûliyete sebebiyet vermesi vakıalarında idari bir fiil tasavvur edilemiyeceği gibi olaylarda manevra ve atış taliminde herhangi bir hasar ve cismani zarar ikaı da katiyyen maksud bulunmadığı cihetle sırf şahsi kusur, ihmal ve tedbirsizlik neticesi olarak husule gelmiş olan zarar bir veçhile idari fiil şeklinde vasıflandırılamaz.
İsviçre Borçlar Kanununun Devlet sorumluluğunu kanton kanunlarına bırakmış olan altmış birinci maddesinin mevzuatımıza alınmamış olması, İsviçre teşkilâtının Devlet teşkilâtımıza uygun olmamasından ileri gelip yoksa Medeni ve Borçlar Kanunlarının umumi hükümleri dairesinde Devlet sorumluluğunu bertaraf etmek maksadına müstenit olmamak lâzım gelir. Kanuni mevzuatımızda Medeni ve İcra ve İflâs kanunlarında olduğu üzere muayyen bazı hallerde memur ve müstahdemlerin fiillerinden ötürü Devletin sorumlu tutulduğu gösterilmiş ve bu kabil tazminat dâvalarına adalet mahkemelerinde bakılagelmekde bulunmuştur. Sarahat olmıyan hallerde de âmme hizmetlerinin ifasından ve hâkimiyet hakkının kullanılmasından ileri gelen zararlardan yukarıda işaret edildiği üzere hizmet kusurundan ayrılması mümkün bulunan sırf şahsi kusurdan ileri gelen zararlardan dolayı Devlet aleyhine açılan tazminat dâvalarının da görülmesi adalet mahkemelerine ait ve raci bulunmak gerekir.
Yukarıda açıklandığı üzere hizmetten ayrılması mümkün olan ve maksat dışında kalan sırf şahsi kusurlardan doğan zararların mücerret hâkimiyet hakkının kullanılmasından ileri gelmiş ve kanunda adalet mahkemeleri tarafından bakılacağına dair açık bir hüküm bulunmamış olması, işin mahiyetini ve kaza merciini değiştiremez.
Binaenaleyh anlaşmazlık konusu her iki olayda hizmet kusurundan ayrı hususi hukuk şümulüne giren sırf şahsi kusur, ihmal ve tedbirsizlik yüzünden ileri gelmiş maddi ve manevi zarar isteminden ibaret bulunmasına göre Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 25/11/1944 tarihli ilk kararı veçhile Devlet aleyhine açılmış olan tazminat dâvalarının bakılması keyfiyetinin adalet mahkemelerine ait ve raci olduğuna mevcudun üçte ikisini geçen oyçokluğuyla 8/1/1947 tarihinde karar verildi. ..."(RG. 24.03.1947; S: 6564).
3-) YİBK, T: 15.11.1948, E: 25, K: 10:
"... Binaenaleyh bir tarafın, haksız hareketinden dolayı suçlu olarak ceza mahkemesine sevkedilmiş kimsenin, dâvanın cereyanı sırasında ihtiyarına mecbur edildiği masraftan dolayı umumi hükümler dairesinde bir hukuk mahkemesine müracaatla dâva ikame edebileceğine ikinci müzakerede oyçokluğuyla 15/11/1948 gününde karar verildi. ..." (RG. 20.04.1949; S: 7187).
Not: Bu kararın tarihi Resmî Gazete’de 15.11.1948 olarak geçmektedir. Ancak, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları, Hukuk 4, 1948-1956, 2. Basım, Yargıtay Yayınları No: 11, Ankara, 1984, s: 155’te karar tarihi 15.12.1948 olarak belirtilmiştir.
4-) YİBK, T: 13.04.1949, E: 1, K: 6:
"... Özel Daire Başkanlığının yazısı muhtevasına göre dairece kamulaştırma bedelinin arttırılması zımnında mülk sahibinin mahkemeye müracaatından sonra kamulaştırmadan feragat halinde vekâlet ücreti takdiri lâzım gelip gelmiyeceği hususunda bir ihtilâf olmayıp uyuşmazlık yalnız takdir olunacak ücretin nispî veya maktu olması noktasına münhasırdır. Ancak, müzakere esnasında heyetten bazı zevat tarafından bu kabil hâdiselerde esasen vekâlet ücreti takdiri icabetmiyeceği mütalâası ileri sürülmüş ve binaenaleyh bu meselenin dahi halline zaruret hâsıl olmuştur.
Masarifi muhakeme ve bu meyanda vekâlet ücretinin haksız tarafa tahmilini emreden Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 417 nci maddesi, haksız olarak diğer tarafın zararına sebebiyet verilmesine ve esas itibariyle Borçlar Kanununun gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlikle haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur, diye yazılı hükümlerine istinat eder. Kamulaştırma muamelesine tevessül edip mülk sahibinin bedelin arttırılması talebiyle mahkemeye müracaatından sonra kamulaştırmaktan feragatle dâvayı neticesiz bırakan ve bu suretle mülk sahibini faydasız bir takım masraf ve külfet ihtiyarına sevk eden Belediyenin bu zarara tahammül etmesi lazım gelir.
Vekâlet ücretinin nispî veya maktu takdir edilmeği meselesine gelince; Kamulaştırmaktan vazgeçme, Vekâlet Ücreti Tarifesinin 11 inci bendinde zikri geçen feragat mahiyetinde olmamakla beraber hâdisede bedel ve müddeabbih tasavvuruna imkân kalmamış ve çünkü, kamulaştırma ile güdülen esas muamele ve bunun zımnında bedel mevzuu ortadan kalkmıştır. Bu hale göre tarifenin 21 inci bendi sarahati mucibince ücret, sarf edilen gayret ve işin ehemmiyet ve güçlüğüne göre takdir edilmek iktiza eder.
Netice Özel Dairenin müstakar içtihadının isabetli bulunduğuna 13/4/1949 tarihinde üçte iki çoğunlukla karar verildi. ..." (RG. 06.07.1949; S: 7251).
5-) YİBK, T: 24.05.1974, E: 1974/5, K: 1974/7:
"... Yukarıda gösterilen nedenlerle; borçlu hakkında yapılan bir icra takibi sırasında haksız yere malı haciz edilen 3. kişinin bu yüzden doğan gerçek zararının ödetilmesini İ.İ.Yasasının 97. maddesinde öngörülen ve sınırlı kalan hükmü dışında, genel hükümlere göre genel mahkemelerde açabileceği ayrı bir dava yoluyla isteyebileceğine, … 24/5/1974 gününde yapılan birinci toplantıda üçte ikiyi aşan çoğunlukla karar verildi. ..." (RG. 27.06.1974; S: 14928).
6-) YİBK, T: 22.10.1979, E: 1978/7, K: 1979/2:
"... 1- Danıştay’ca verilen yürütmenin durdurulması veya iptal kararlarının yalnızca uygulanmamasının bu kararları uygulamayan kamu görevlilerinin tazminatla sorumlu tutulması için yeterli olduğuna, sorumluluk için ayrıca kin, garaz, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket etmelerinin araştırılmasına gerek olmadığına, 24/9/1979 günlü toplantıda üçte ikiyi aşan çoğunlukla,
2- Yürütmenin durdurulması kararını yerine getirmeyen kamu görevlisinin hukuki sorumluluğu yönüne gidilebilmesi için, ilgilinin açmış olduğu iptal davası sonucunun beklenmesine gerek olmadığına, ilk toplantıda 2/3 çoğunluk sağlanamadığından 22/10/1979 günlü toplantıda çoğunlukla karar verildi. ..." (RG. 29.11.1979; S: 16824).
7-) YİBK, T: 06.07.2018, E: 2017/5, K: 2018/7:
“… Evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişinin, aldatılan eşe karşı manevi tazminat sorumluluğu ile ilgili olarak kanunlarımızda özel bir tazminat hükmü yer almamasına rağmen, haksız fiile ilişkin genel koşulları da taşımayan eyleminden dolayı üçüncü kişi aleyhine yargı kararıyla tazminat sorumluluğu ihdas edilmesi, evlilik birliğinin ve aile bütünlüğünün korunması gibi saiklerle dahi kabul görmemelidir. Hemen belirtilmelidir ki, üçüncü kişinin katıldığı aldatma eylemi ile bağlantılı olmakla birlikte sadakatsizlik olgusundan farklı olarak, bağımsız, özel ve nitelikli bir kişilik hakkı ihlali durumunda, eş söyleyişle üçüncü kişinin doğrudan aldatılan eşin kişilik değerlerine yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunması durumunda manevi tazminat sorumluluğunun doğacağında tereddüt bulunmamaktadır. Bu kapsamda örneğin, aldatma eylemi ile bağlantılı olarak üçüncü kişinin, aldatılan eşin konut dokunulmazlığını ihlal etmesi, özel yaşamına müdahale etmesi, sır alanına girmesi, ele geçirdiği bazı özel bilgileri ifşa etmesi, kullandığı söz ve diğer ifadeler ile onur ve saygınlığını zedelemesi gibi eylemlerinde hukuka aykırılık unsurunun gerçekleştiği şüphesizdir. Hâl böyle olunca, üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilen başkaca bir kişilik hakkı ihlali bulunmadıkça, salt evli bir kişiyle birlikte olmak şeklindeki eyleminden dolayı aldatılan eşin üçüncü kişiden manevi tazminat isteyebilmesinin mümkün bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.
V. SONUÇ
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler, yargısal ve bilimsel içtihatlarla bu çerçevede yapılan değerlendirmeler sonucunda "evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağı" yönünde 06.07.2018 günü üçüncü görüşmede oy çokluğu ile karar verilmiştir. ..." (RG. 08.12.2018; S; 30619).
8-) YHGK, T: 24.06.2021, E: 2021/4-307, K: 2021/833:
“… Davacı İstemi:
4. Davacı dava dilekçesinde; ücreti karşılığında davalının boya işlerini yüklendiğini, olay tarihinde davalı tarafça on iki kapının boyanması için kendisine verilen yalnızca bir kilogramlık yağlı boyanın yetmeyeceğini söylemesi üzerine davalı ile aralarında tartışma çıktığını, alkollü olan davalının kendisine hakaret ve tehdit edip ekmek bıçağı ile kovaladığını, davalıdan kaçmak isterken ayağının takılarak yere düştüğünü bu nedenle bacağının kırıldığını ve ameliyat olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 5.000TL maddi, 20.000TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş; dava bilirkişi raporuyla belirlenen 42.916,24TL olarak maddi tazminat yönünden ıslah edilmiştir.
Davalı cevabı:
5. Davalı cevap dilekçesinde; davacının kendisine iftirada bulunduğunu, olayın anlatılan şekilde olmadığını, kendisinin yaşlı bir insan olup davacıyı kovalamasının mümkün olmadığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. ... 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin … sayılı kararı ile; ... 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararı göz önüne alındığında davacının olay tarihinden önce ücreti karşılığında davalının evini boyadığı, olay tarihinde boyama ücreti nedeni ile taraflar arasında tartışma çıktığı, davalının davacıyı kovalamaya başladığı, bu sırada korkup kaçan davacının merdivenlerden düşerek yaralandığı ve bacağının kırıldığı; Adli Tıp Kurumu raporunda, davacının meydana gelen yaralanma ve kırık nedeni ile meslekte kazanma gücünü %12 oranında kaybettiği, iyileşmesinin ise dört aya kadar uzayabileceğinin belirtildiği; aktüerya uzmanı bilirkişi raporuna göre de; davacının meslekte kazanma gücünün azalma oranına göre; 42.426,24TL iş göremezlik zararı ile 490TL tedavi ve yol ücreti zararının oluştuğu, alınan bilirkişi raporlarının karar vermeye elverişli ve yeterli olduğu belirtilerek, davacının ıslah edilen maddi tazminata ilişkin davasının kabulüyle toplam 42.916,24TL maddi tazminat ile meydana gelen olay nedeni ile davacının tedavi süresince manevi yönden acı çektiği ve üzüntü duyduğu göz önünde tutularak tarafların ekonomik ve sosyal durumlarına göre manevi tazminat talebinin kısmen kabulüyle 10.000TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
...
“… ceza mahkemesinde verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı TBK’nın 74. maddesi anlamında hukuk hâkimini bağlayıcı nitelikte bir karar değildir. Ancak, davacının sabit olan yaralanması, Adli Tıp raporu ve ceza yargılaması dosyası ile nitelikli kasten yaralama suçu sabit görülmekle tespit edilen maddi olgunun aksine bir delil de sunulmadığı, mahkemesince mevcut deliller değerlendirilmek suretiyle karar verildiği, tazminat miktarına ilişkin davalının istinaf başvurusunun bulunmadığı anlaşılmakla, ileri sürülen istinaf sebepleri ile sınırlı olan yapılan incelemeye göre ilk derece mahkemesi kararı usul ve yasaya uygun olduğu,…” gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
...
10. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12.04.2018 tarihli ve 2017/3242 E., 2018/2961 K. sayılı kararı ile;
...
Dava, haksız eylemden kaynaklı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Olay tarihinde yürürlükte bulunan 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49 ve devam eden maddeleri uyarınca, haksız fiil sorumluluğunun doğabilmesi için fiil ile zarar arasında “uygun illiyet bağı” bulunması zorunludur. ... 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nin … sayılı karar dosyasında, davalının davacıya yönelik silahla tehdit suçu ile ilgili her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden beraat kararı, nitelikli kasten yaralama suçundan ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiştir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları mahiyeti itibariyle hukuk hakimini bağlamaz. Türk Borçlar Kanunu’nun 74/2. maddesi gereği hukuk hakimi ceza hakiminin kusur değerlendirmesi ve zarar belirlenmesine ilişkin kararı ile bağlı değildir.
Tüm dosya kapsamında yapılan inceleme neticesinde; davanın tarafları arasındaki yaş farkı (olay tarihinde davacı 49, davalı 68 yaşındadır), olayın gelişimi, yaralanmanın meydana geldiği yerin daralan dönen merdiven olması hususları birlikte değerlendirildiğinde, davalının eylemi ile yaralanma sonucu arasında, davalının tazminat sorumluluğunu gerektirecek şekilde uygun illiyet bağı bulunduğu kanıtlanamamış olup, davanın yasal dayanağı olan Türk Borçlar Kanunu’nun 56. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmediğinden, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçe ile davalının tazminattan sorumlu tutulması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle bölge adliye mahkemesi kararının kaldırılmasına, ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına ve dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
11. ... 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin … sayılı kararı ile; önceki gerekçeler yanında, uygun illiyet bağının olayların olağan akışına ve hayat tecrübesine göre sebebin meydana gelen sonucu yaratmaya elverişli olması olduğu, hayatın olağan akışı ve hayat tecrübesi bakımından öngörülemez zararların uygun illiyet bağı kapsamında sorumluluk doğurmayacağı, eldeki dosyada ise tarafların yaşları da dikkate alındığında davalının davacıyı özellikle daralan dönen merdiven başından kovalaması nedeniyle davacının düşebileceğinin öngörülebilir nitelikte ve hayatın olağan akışına uygun bir sonuç olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
...
12. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
...
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının eylemi ile yaralanma sonucu arasında, davalının tazminat sorumluluğunu gerektirecek şekilde uygun illiyet bağının kanıtlanıp kanıtlanmadığı ve davanın yasal dayanağı olan 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 49. ve 56. maddelerinde belirtilen koşulların gerçekleşip gerçekleşmediği noktalarında toplanmaktadır.
...
24. Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenmiştir. Kusur sorumluluğu, bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir davranışla sözleşme dışında diğer bir kimseye vermiş olduğu zararın giderilmesini düzenleyen sorumluluk türüdür. Bu sorumlulukta kusur, sorumluluğun kurucu unsuru olarak düzenlenmiştir. … Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür. … Kusur sorumluluğuna doktrin ve uygulamada eş anlamda olmak üzere “haksız fiil sorumluluğu” veya “sübjektif sorumluluk” da denilmektedir.
25. Borçlar hukukunda sorumluluk nedenleri arasında düzenlenen haksız fiil hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir. Borçlar hukukunda genel kural, kusura dayanan haksız fiil sorumluluğu olmakla birlikte, kusur aranmayan sorumluluk (kusursuz sorumluluk) hâlleri de bulunmaktadır.
26. Hukuka aykırı fiiller, hukuk düzeninin tasvip etmediği fiillerdir. Bu gibi fiilleri gerçekleştirenlere hukuk düzeni fiilden meydana gelen zararı tazmin mükellefiyeti yükler. Şu hâlde hukuk düzeninde hukuka aykırı fiillere izafe edilen hukukî netice, fiilden meydana gelen zararı tazmin borcunun doğmasıdır.
...
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 49. maddesinde … kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenin bu zararı gidermekle yükümlü olduğu belirtilmiştir.
… TBK’nın 49. maddesi, hukuka aykırı kusurlu bir fiille başkasına zarar veren kimsenin bu zararı tazmine mecbur olduğunu belirtmektedir. Böylece haksız fiilden sorumluluk, tazminat borcunun kaynağını oluşturmaktadır.
… TBK’nın 49. maddesi … uyarınca haksız fiil sorumluluğundan bahsedilebilmesi için hukuka aykırı bir fiilin bulunması, kusurun bulunması, hukuka aykırı fiille zarar verilmesi ve hukuka aykırı fiil ile zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Böylelikle haksız fiilin; hukuka aykırı fiil, kusur, zarar ve uygun illiyet bağından ibaret olmak üzere dört unsuru bulunduğu söylenebilir. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemeyecektir.
31. Sorumluluğun asli şartı zararla söz konusu davranış veya olay arasında bir sebep sonuç ilişkisinin bulunmasıdır. Bu sebep sonuç ilişkisine genel anlamda illiyet bağı denir. Burada sözü edilen illiyet bağı uygun illiyet bağıdır. Uygun illiyet bağı, olayların olağan akışına ve hayat tecrübesine göre, sebebin, meydana gelen sonucu yaratmaya elverişli olmasıdır. Uygun illiyet bağı, sorumluluğu, zarar veren bakımından öngörülebilir risklerle sınırlamaktadır. … Başka deyişle, hayatın olağan akışı ve hayat tecrübesi bakımından öngörülemez zararlar uygun illiyet bağı kapsamında sorumluluğu doğurmayacaktır.
32. İlliyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin kendi kusuru veya üçüncü kişinin kusuru nedeniyle kesilebilir. Aynı zamanda sorumluluktan kurtulma sebebi olan bu üç sebep, sadece kusur sorumluluğunda değil, kusursuz sorumlulukta da kabul edilmektedir. … Her üç neden açısından da, illiyet bağının kesildiği iddiası, sorumlu kişiler tarafından açıkça ispatlanmadıkça kabul edilmemelidir. Bu bakımdan sorumluluktan kurtulmak oldukça zorlaştırılmıştır. Nitekim, aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.10.2019 tarihli ve 2017/3-444 E., 2019/1083 K. sayılı kararında da değinilmiştir.
33. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) “Manevi tazminat” başlıklı 56. maddesi;
“Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir.
Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir”
düzenlemesini içermektedir.
34. Görüldüğü üzere, uğranılan zararın tazmini amacıyla manevi tazminat istemi için maddenin aradığı unsurlar; bir kimsenin vücut bütünlüğüne yönelik tecavüz ile vücut bütünlüğünün ihlalinden dolayı acı, elem ve ızdırap doğmuş olması ve hukuka aykırı eylem ile zarar arasında uygun illiyet bağının bulunmasıdır.
35. Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Olay tarihinde yürürlükte bulunan TBK’nın 49 ve devam eden maddeleri uyarınca, haksız fiil sorumluluğunun doğabilmesi için fiil ile zarar arasında “uygun illiyet bağı” bulunması zorunludur. ... 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nin … dosyasında; davalının davacıya yönelik silahla tehdit suçu ile ilgili her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden davalının beraatine; nitelikli kasten yaralama suçundan ise davalının mahkûmiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları mahiyeti itibariyle hukuk hâkimini bağlamadığı gibi, TBK’nın 74/2. maddesi gereği hukuk hâkimi ceza hâkiminin kusur değerlendirmesi ve zarar belirlenmesine ilişkin kararı ile de bağlı değildir.
36. Davanın tarafları arasındaki yaş farkı (olay tarihinde davacı 49, davalı 68 yaşındadır), olayın gelişimi, yaralanmanın meydana geldiği yerin daralan dönen merdiven olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; davalının eylemi ile yaralanma sonucu arasında davalının tazminat sorumluluğunu gerektirecek şekilde uygun illiyet bağı bulunmadığından, davanın yasal dayanağı olan Türk Borçlar Kanunu’nun 49 ve 56. maddelerinde öngörülen koşullar gerçekleşmediğinden, mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulüne karar verilmesi isabetli görülmemiştir.
...
KARŞI OY
... Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; dosya kapsamındaki delillerden davacı tarafından davalının evinin boyanması sırasında aralarında tartışma çıktığı, davalının davacıyı elinde bıçakla kovalamaya başladığı bu sırada korkup kaçan davacının merdivenlerden düşerek yaralandığı anlaşılmış olup düşerek yaralanma kovalama ve kaçma eylemleri arasında kesinti olmadan gerçekleşmiştir.
Bıçakla üzerine yürünen bir kimsenin koşarak merdivenlerden kaçmaya çalışması bu telaş ve korku içinde iken düşmesi kovalama eyleminin bir sonucudur. Zira davacı kovalama eyleminin etkisi sürmekte iken diğer bir ifadeyle kesinti oluşturarak şekilde güvenli bir alana ulaşamadan yaralanmasına neden olan düşme gerçekleştiğinden davalının eylemi ile davacının yaralanması arasında illiyet bağı mevcuttur.
Mahkemece haksız fiilin diğer unsurları yanında illiyet bağı bulunduğu kabul edilerek sonuca varılması dosya kapsamına göre uygun olup, … değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.”
9-) Y. 4. HD, T: 30.11.2021, E: 2021/17554, K: 2021/9381:
“… Hükmüne uyulan Yargıtay ... Hukuk Dairesi’nin 15/05/2018 tarih 2016/9463 esas, 2018/4166 karar sayılı ilamında özetle “Davanın rücuen alacak nedeniyle yapılan takibe yönelik itirazın iptali istemine ilişkin olup, zararın doğmasına neden olduğu iddia edilen davalının, yalnızca kendi kusuruna isabet eden miktardan sorumlu olduğu, davalının … İş Mahkemesinin … esas sayılı dosyası ile takdir edilen zararın tamamından sorumlu tutulmasının doğru olmadığı, bu nedenle, tarafların somut olaydaki kusur ve sorumluluk durumunun uzman bilirkişiden alınacak rapora göre belirlenmesinin ardından varılacak sonuca göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile davacının ödediği miktarın tamamından davalının sorumlu olduğu varsayılarak karar verilmiş olmasının doğru görülmediği” hususlarına değinilmiş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda; bankalar hukukunda uzman ve SGK hukukunda uzman bilirkişilerden oluşan kurulun sunduğu 13/02/2020 tarihli raporda; …’e ait maaşın ölüm tarihi sonrası haksız olarak çekilmesi olayında davacı olan … Bankasının kusurunun protokol hükümleri göz önüne alındığında açık ve net olduğu, protokolün ilgili maddesinde “asıl hak sahibinin sağ olduğuna dair nüfus idaresinden her yıl Ekim ayında alınacak vukuatlı nüfus kayıt örneği istenecektir.” denilmesine karşın bu işlemlerin yerine getirilmediği, yine protokolde geçen “Banka vereceği ATM kartlarına bir yıllık miat koyacak, bu tarihin güncellenmesi için kimlik isteyecektir.” denildiği halde bu işlemleri de yerine getirmediğinin açık olduğu, bu durumda “ölüm olasılığı olan evrakları istememek/kontrol etmemek” davacının buradaki kusurunu oluşturduğu, davalı ...’nün kesinleşen mahkeme kararlarından da anlaşılacağı üzere kayınpederinin ölümünü bildirmeyerek maaşını çekmeye devam ettiği anlaşılmış olmasından dolayı somut olayda açık ve net bir biçimde kusurunun olduğu, o halde “ölümü bildirmemek/maaşı çekmeye devam etmek” davalının buradaki kusur durumu olduğu, Sosyal Güvenlik Kurumuna ödenen paradan tarafların müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları da göz önüne alındığında somut olaydaki yerine getirilmeyen “ölümü bildirmemek/maaşı çekmeye devam etmek” ve “ölüm olasılığı olan evrakları istememek/kontrol etmemek” sorumluluklarının birbirine denk kusurlar sayıldığı, dolayısıyla tarafların her ikisinin de yersiz çekilen maaştan yarı yarıya (%50 ve %50) sorumlu olmaları gerektiğinin belirtildiği, … gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, … 6. İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasına yapılan itirazın … TL asıl alacak ve … TL işlemiş olmak üzere toplam … TL bedel yönünden kabulü ile itirazın bu miktar yönünden iptaline, takibin bu miktar üzerinden devamına karar verilmiş; karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
… hükmün ONANMASINA … oyçokluğuyla karar verildi. …”
10-) Y. 4. HD, T: 17.06.2020, E: 2018/3337, K: 2020/1999:
“… Dava konusu uyuşmazlık, evlilik birliği devam ederken, eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiden diğer eşin maddi ve manevi tazminat isteminde bulunup bulunamayacağı hususundadır.
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06/07/2018 tarihli ve 2017/5 E.-2018/7 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere; TMK 185/3 maddesinde düzenlenen sadakat yükümlülüğü, evlilik sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, ihlal edilmesi durumunda yalnızca sözleşmenin taraflarının yani eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nisbi hak niteliğindedir. Yani mutlak bir hak mahiyetinde olmadığı için, herkese karşı ileri sürülemez.
Davacı, kişilik hakkı ihlallerini düzenleyen genel hükümlere yani TMK’nin 24-25 ve TBK’nın haksız fiil sorumluluğuna ilişkin temel düzenlemesi olan 49/1 … ve kişilik değerlerinin zedelenmesine ilişkin TBK 58. (BK 49.) maddelerine de dayanamaz. Söz konusu yasa maddeleri gereğince haksız fiil sorumluluğundan söz edilebilmesi için, diğer şartların yanında ayrıca zarara sebep olan fiilin hukuka aykırı olması yani emredici bir hukuk normuna aykırı olması gerekir. Somut olayda, eş olmayan davalı yönünden fiilin hukuka aykırılık şartı gerçekleşmemiştir.
Müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin de uygulanması mümkün değildir. Zira, TBK’nın 61. (BK 50.) maddesinde birden fazla kişinin ortak kusurlu davranışları nedeniyle bir zarara yol açmaları durumunda müteselsil sorumluluğun söz konusu olacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda sorumluluğa gidilebilmesi için, aldatan eş ile birlikte olan davalının fiilinin de hukuka aykırı olması gerekir. Davalının dava dışı eş ile birlikteliği şeklindeki davranışı, aldatılan eş yönünden haksız fiil olarak nitelendirilemeyeceğinden müteselsil sorumluluk esasına göre de sorumluluğuna gidilemez.
Aldatılan eş yansıma yoluyla zarara uğradığını da iddia edemez. Zira üçüncü kişinin aldatılan … “(bu ifadenin “aldatan” olarak anlaşılması gerekir)”… eşe karşı herhangi bir hukuka aykırı eylemi ve verdiği herhangi bir zarar bulunmadığından, yansıma yoluyla istenebilecek zarar da söz konusu olamaz.
TBK’nın 49/2 … maddeleri gereği, fiilin emredici bir norma değil de sadece ahlaka aykırı olması durumunda, sorumluluğa gidilebilmesi için, failin zarar görene zarar verme kastıyla yani somut olayda, davalının davacı aldatılan eşe bilerek ve isteyerek zarar vermeyi amaçlamış olması gerekir. Sadece birlikte olduğu eşin evli olduğunu bilmesi bu tür sorumluluk için yeterli değildir.
Şu durumda; açıklanan yasal düzenlemeler ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun yukarıda anılan kararı uyarınca yerel mahkemece, evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan davalıya karşı açılan davanın tümden reddedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. …”
11-) Y. 20. HD, T: 08.12.2016, E: 2016/12700, K: 2016/11904:
“… Dava, sigorta şirketi tarafından tüm ev sigorta sözleşmesi ile sigorta teminatı altına alınan evin zarar görmesi nedeniyle sigorta şirketi tarafından ödenen tazminatın bedeli ile ilgili olarak, üst kat maliki davalı hakkında yapılan icra takibine vaki itirazın kaldırılması ile alacağın hüküm altına alınarak takibin devamı istemine ilişkindir.
... 8. Asliye Hukuk Mahkemesince, uyuşmazlığın sigorta hukukundan kaynaklandığı gerekçesiyle görevsizlik yönünde hüküm kurulmuştur.
... 1. Asliye Ticaret Mahkemesince, uyuşmazlığın haksız fiilden kaynaklandığı gerekçesiyle karşı görevsizlik yönünde hüküm kurulmuştur.
Haksız fiil 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 49 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş, tazminatın mahiyeti ve kapsamı hakkında çeşitli hükümlere yer verilmiştir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 22.3.1944 tarih ve 37 E. - 9 K. R.G.3.7.1944 sayılı kararında bu husus "Sigortacının sorumlu kişi aleyhine açacağı dava sigorta poliçesinden doğan bir dava değildir. Bu nedenle, halefiyet davası bir ticari dava sayılamaz. Bu dava, aynen sigortalı kimsenin sorumlu kişiye karşı açmış olduğu bir dava gibidir. Sigortalının muhtelif mahkemelerde dava açma hakkı varsa aynı hak sigortacının halefiyet hakkına dayanan rücu davası için de söz konusudur" şeklinde vurgulanmaktadır.
Diğer taraftan, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 4/1-a maddesinde, her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın, bu kanunda öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işlerinin ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılacağı açıkça düzenlenmiştir.
Somut olayda, davacı vekilinin, olay tarihinde davalının evinden sızan su nedeni ile davacı şirket sigortalısının dairesinde hasar meydana geldiği, hasar nedeniyle sigortalıya ödeme yapıldığı, gerekli önlemleri almayan davalının meydana gelen hasardan sorumlu olduğu iddiasıyla, sigortalıya ödenen sigorta bedelinin davalıdan tahsili amacıyla yapılan icra takibine, davalının yaptığı itirazın iptali istemiyle dava açtığı anlaşılmaktadır.
Dosya kapsamından, davacı her ne kadar tacir ise de sigortalı ve davalının tacir olmadığı ve uyuşmazlığın, haksız fiilden kaynaklandığı anlaşıldığından, davanın genel hükümler çerçevesinde asliye hukuk mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir. …”
12-) Y. 4. HD, T: 27.10.2016, E: 2016/6518, K: 2016/10536:
“… Davacı, tarafına ait taşınmaza yapılmakta olan otel için sıhhi tesisat malzemesi satın aldığını, bu malzemelerin davalı tarafından izni ve haberi olmaksızın otelden götürüldüğünü, yine aynı otel inşaatında kullanılan elektrik malzemesinin de davalı tarafından sökülerek taşındığını belirterek maddi tazminat talep etmiştir.
Davalı, davacı ile arasında hiçbir hukuki ilişki bulunmadığını, kendisinin ....’nin ortağı olduğunu ve otel inşaatı işlerinin şirket adına yapıldığını, kendisinin şahıs olarak bir sorumluluğunun bulunmadığını belirterek davanın husumetten reddini talep etmiştir.
Mahkemece, ...arasında imzalanan sözleşme gereğince davacıya ait otelin tadilat işlemlerinin yapıldığı, davalının yüklenici şirketin ortağı olduğu, ancak yapılan tadilat işlemlerinin şirket adına yapıldığı, davalının şahıs olarak herhangi bir işlem yapmadığı, davacı ile davalı arasında tadilat işlemlerinin yapılmasına dair bir sözleşmenin bulunmadığı, dolayısıyla davalının taraf sıfatı olmadığı gerekçeleri ile davanın pasif husumet ehliyeti yokluğundan usulden reddine karar verilmiştir.
Uyuşmazlığın yasal dayanağı; TBK’nun 49 ve devamı maddelerinde, "Haksız Fiillerden Doğan Borç İlişkileri" ana başlığı altında düzenlenen, kusura dayalı haksız fiil sorumluluğudur. Dava dilekçesinde davalı, haksız fiil faili olarak taraf gösterilmiştir. Mahkemece, taraflar arasında hukuki ilişki olmadığından bahisle, davanın husumetten reddine karar verilmesi doğru değildir. TBK’nun 49 ve devamı maddeleri uyarınca; işin esası incelenerek ulaşılacak sonuca göre karar verilmesi için hükmün bozulması gerekmiştir. …”
13-) Y. 11. HD, T: 17.11.2015, E: 2014/17529, K: 2015/12129:
“… Dava, davacının da hissedarı olduğu dava dışı anonim şirketin hisselerinin devri konusunda davalıların İMKB’ye eksik ve yanlış bildirimlerde bulunarak davacıyı zarara uğrattıkları iddiasına dayalı tazminat istemine dair olup … mahkemece, davalıların İMKB’ye yaptıkları bildirimlerin yanıltıcı oldukları, Sermaye Piyasası Kanunu’nun 45. maddesinde, sermaye piyasası mevzuatına aykırılığın yaptırımı olarak cezai sorumluluğun öngörüldüğü, bu aykırılık sebebiyle zarar görenlerin haksız fiil hükümleri çerçevesinde tazminat talebinde bulunabilecekleri, bu açıdan somut olayda, hukuka aykırılık, kusur ve zarar unsurlarının gerçekleştiği ancak davacının hisse devri öngörülen şirkette genel müdür sıfatıyla görev yaptığı, hisse piyasaları konusunda bilgili bir kişi olduğu, hisse devrinin gerçekleşmemesi riskini üzerine alarak hareket ettiği, bu hususların davalıların hukuka aykırı eylemleri ile zarar arasındaki illiyet bağını kopardığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hukukumuzda yer alan sorumluluk kaynaklarından bir tanesi de haksız fiil sorumluluğu olup haksız fiil sorumluğu, hukuka aykırı fiil, kusur, zarar ve illiyet bağı olmak üzere dört unsurdan oluşmaktadır. Bu unsurlardan birinin eksik olması halinde haksız fiil sorumluluğundan söz edilemez. Hukuka aykırı fiil, bir hukuk kuralına aykırılığı ifade etmektedir. İlliyet bağı ise zararın, hukuka aykırı fiilden kaynaklanması anlamındadır. Ancak hukuka aykırı fiilden kaynaklanan tüm zararlardan failin sorumlu tutulması da bazen adil olmayan sonuçlara yol açabilmektedir. Bu itibarla, hukuka aykırı fiille zarar arasında uygun illiyet bağı aranmalıdır. Hayat tecrübelerine göre, bir fiilin, olayların normal akışında meydana getirebileceği zararlarla olan mantıki illiyet bağına uygun illiyet bağı denilmektedir. Mantıki illiyet zinciri içinde bir sebebin zararı meydana getirmeye uygun bir sebep olup olmadığı araştırılacaktır. Bir zararla fiil arasında uygun illiyet bağı bulunduğunu kabul edebilmek için hayat tecrübelerine göre olayların normal akışında fiilin bu zararı meydana getirebileceği sonucuna varılmak gerekecektir. Önemli olan failin sonucu öngörülebilmesi değil, objektif olarak fiilin o zararı meydana getirebileceğinin olayların normal akışına göre kabul edilmesidir. … Başka bir deyişle, hayatın olağan akışı ve hayat tecrübesi bakımından öngörülemez zararlar uygun illiyet bağı kapsamında sorumluluğu doğurmayacaktır.
Yapılan açıklamalar çerçevesinde somut olaya dönüldüğünde; davalıların ...’ye bildirim yapmakla yükümlü oldukları, hisse devrine dair olarak dava dışı şirket aracılığıyla özel hal bildiriminde bulunulduğu, bundan sonra meri tebliğ uyarınca herhangi bir gelişme olmasa dahi 60 günlük sürelerle bildirimde bulunulmasının gerektiği, davalıların bu kurala uymadıkları, taraflar arasındaki hisse devir sözleşmesinde devir için bir takım şartlar öngörülmesine rağmen bunun özel hal bildirimlerinde açıklanmadığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Dolayısıyla davalıların meri tebliğin bir kısım hükümlerini ihlal etmeleri karşısında hukuka aykırı fiil gerçekleşmiştir. Her ne kadar davalılarca yetkili kurum olan ... tarafından davaya konu eylemlerinin mevzuata aykırı olmadığına karar verildiği savunulmuş ise de söz konusu kararların idari soruşturma sırasında ve sonradan yürürlüğe giren tebliğ ile bazı zorunlulukların ortadan kaldırıldığı ve lehe olan düzenlemenin geçmişe de uygulanabileceği gerekçesiyle verildiği, oysa söz konusu eylemlerin yapıldığı tarihte geçerli bulunan tebliğe aykırı olduğu gözetildiğinde bu savunmaya itibar edilmemiştir. Öte yandan, davacının hisse devrinin gerçekleşeceği düşüncesiyle hisselerini elden çıkarmaması ve sonrasında hisse bedellerinin düşmesi sonucu ortada bir zarar bulunduğu da kuşkusuzdur. Esasen bu hususlar mahkemenin de kabulünde olup çözümlenmesi gereken sorun, davalıların hukuka aykırı eylemleri ile zarar arasında uygun illiyet bağı bulunup bulunmadığıdır. Bu konuda mahkemece yapılan değerlendirme doğru olmamıştır. Zira, davacının hisse piyasaları konusunda bilgili bir kişi olması, zarar ile hukuka aykırı fiil arasındaki bağı koparmamaktadır. Ancak, gerek davalılarca gerekse de dava dışı şirketçe İMKB’ye yapılan özel hal bildirimlerinde, davalılardan ...’e ait dava dışı şirket hisselerinin diğer davalıya satışı konusunda hisse alım satım anlaşmasının imzalandığı, hisseleri alacak davalı şirketin mali durumunun ve büyüklüğünün gösterildiği, ... ve ...’ndan gerekli izin ve onayların alınmasını müteakip öngörülen hisse bedelinin ödeneceği ve son olarak hisse satışından vazgeçildiği, hisse devir sözleşmesinin feshedildiği hususları açıklanmıştır. Görüldüğü üzere davalılar arasında yapılan hisse alım satım sözleşmesine dair temel hususlar kamuya açıklanmış olup süreç hakkında yanlış veya yanıltıcı bilgi de verilmemiştir. 10.03.2008 tarihli bildirimde gerçekleşmesi öngörülen hisse devrinden sonraki pay durumunun yazılmış olması da yapılan tüm bildirimlerle birlikte değerlendirildiğinde yanıltıcı nitelikte kabul edilemez. Zira bu tarihten sonraki 08.04.2008 tarihli bildirimde hisse devrine izin için ...’na başvuruda bulunulduğu açıklanmış olup bu ve sonraki bildirimlerden devrin henüz gerçekleşmediği kesin bir biçimde anlaşılmaktadır. O halde, hisse devir sürecine dair temel unsurların kamuya açıklanmış olması karşısında sırf bir takım bildirimlerin süresinde yapılmaması, 10.03.2008 tarihli bildirimde hisse oranının yanlış gösterilmesi ve sözleşmenin süresinin gösterilmemesi şeklinde gerçekleşen davalıların hukuka aykırı eylemleri ile davacının bu açıklamalar sebebiyle hisse senetlerini elinden çıkarmadığı iddiasına dayalı zararı arasında uygun illiyet bağı bulunduğunun kabulü mümkün değildir. Nitekim, davacı da 10.03.2008 tarihinden başlamak üzere değişik tarihlerde ve değişik bedellerle bir kısım hisselerini elinden çıkarmış olup bu husus dahi uygun illiyet bağının bulunmadığını teyit etmektedir. Bu itibarla, mahkemece anılan sebeple davalıların eylemleri ile davacının zararı arasında uygun illiyet bağının bulunmadığının kabulüyle davanın bu gerekçe ile reddine karar verilmesi gerekirken …”
14-) Y. 4. HD, T: 05.06.2014, E: 2013/12460, K: 2014/9363:
“… Davacı, otlamaları için dağa bıraktığı hayvanları arasında yer alan, 200 kg ağırlığındaki ve 15,00 TL/kg değerindeki bir adet sığırının, davalılar tarafından öldürülüp, satılmak üzere parçalara ayrıldığını ve davalıların suçüstü yakalandıklarını belirterek; etlerin değeri olan 3.000,00 TL maddi tazminatın tahsilini istemiştir.
Davalılar ise davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır.
Mahkeme, ...Celepler, Besiciler, Sütçüler Esnaf Odası Başkanlığı’ndan gelen yazı cevabında; dava tarihi olan 11.06.2010 tarihi itibarıyla dana canlı fiyatının 13,00 TL olduğunun belirtilmesine göre; 200 kg x 13,00 TL/kg hesabıyla 2.600,00 TL tutarındaki tazminatın davalılardan tahsiline karar vermiştir.
… Anılan hüküm uyarınca haksız fiilin unsurlarını; hukuka aykırı fiil, zarar, kusur ve illiyet bağı olarak belirlemek mümkündür. Bu unsurların tamamının mevcut olması durumunda haksız fiil faili zarardan sorumlu olacaktır.
Somut olayda; davalılar tarafından, açık yerde bulunan büyükbaş hayvan hakkında hırsızlık şeklinde gerçekleştirilen hukuka aykırı fiilin, sabit olduğu anlaşılmakta, kusur ve illiyet bağının mevcut olduğunda da duraksama bulunmamaktadır. Ancak … Asliye Ceza Mahkemesi’nin … Esas sayılı dosyası içerisinde yer alan; 25/07/2009 tarihli teslim ve tesellüm tutanağına göre; davalıların evinde ele geçirilen büyükbaş hayvana ait 201 kg etin davacı M.. Y..’a teslim edildiği anlaşılmaktadır. Davacı tarafından maddi tazminat olarak davaya konu etlerin değeri istenildiğine ve etler davalılardan alınarak davacıya teslim edildiğine göre; artık zararın varlığından söz edilemez. Haksız fiil nedeni ile uğranılan bir zarar bulunmadığından istemin tümden reddi gerekirken aksi yönde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir. …”
15-) Y. 4. HD, T: 03.12.2012, E: 2012/11486, K: 2012/18362:
“… Davacı F1 idaresi, davalı belediyenin yol yapım çalışması esnasında yeraltı kablolarına hasar verdiğini ileri sürerek uğradığı maddi zararın ödetilmesini istemiştir.
Davalı belediye, yol yapım çalışmaları sırasında oluştuğu iddia edilen zararın hizmet kusuruna dayandığından, idari yargı yerinin görevli olduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece, zararın hizmet kusurundan kaynaklandığı, idari yargının görevli olduğu belirtilerek görevsizlik kararı verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu, kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu, plan projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümü, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine; idarece herhangi bir hakka haksız müdahalede bulunulduğu, plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak zararın tazmini davalarının, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre çözümü ise adli yargı yerine ait olacaktır.
Bir kamu hizmetinin yasa ile idareye görev olarak verilmiş olması ve bir karar dairesinde görevin yapılmış olması, mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin önlenmesi, verilen zararın tazmini isteğiyle açılan her davanın idari yargı yerinde görülmesi için yeterli sayılamaz. 11/02/1959 tarih E.17, K.15 sayılı Yargıtay İBK’da açıklandığı gibi, yapılan işlerin plan veya projelere aykırı olması halinde ortada idari kararın tatbikine ilişkin bir fiil bulunmadığından, bu iddia ile açılmış bir dava ancak haksız fiilden doğan bir dava olarak ele alınacaktır.
Somut olayda; davacı vekili, davalı belediyenin yol yapım çalışması sırasında, davacı Kurum’a ait yeraltı kablolarına zarar verdiği iddiasında bulunmuş, davalı belediyenin kablolara verdiği zararın tahsilini istemiştir. Davalı belediyenin eyleminin, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ifadesini bulan haksız fiil niteliğinde olduğu belirgindir, yasanın açıkça adli yargıyı görevli saydığı bu hal idari yargının görev kapsamı dışında kalacağından, bu davanın adli yargıda görülmesi gerekir. Nitekim benzer bir uyuşmazlıkta aynı ilke, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 04/05/2011 tarih ve Esas: 2011/3-227, Karar: 2011/285 sayılı ilamında da vurgulanmıştır. Bu bakımdan mahkemece işin esası incelenerek karar verilmesi gerekirken …”
V-) Yararlanılabilecek Monografiler:
Zahit İmre; Doktrinde ve Türk Hukukunda Kusursuz Mesuliyet Halleri, İstanbul, 1949.
Haluk Tandoğan; Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara, 1961.
İbrahim Kaplan; Türk ve İsviçre Hukukunda İmalatçının Sorumluluğu, Ankara, 1977.
Haluk Tandoğan; Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, Ankara, 1981.
Fikret Eren; Sorumluluk Hukuku Açısından Uygun İlliyet Bağı Teorisi, Ankara, 1985.
Yeşim M. Atamer; Haksız Fiillerden Doğan Sorumluluğun Sınırlandırılması, Özellikle Uygun Nedensellik Bağı ve Normun Koruma Amacı Kuramları, İstanbul, 1996.
Ayşe Havutçu; Türk Hukukunda Örtülü Bir Boşluk: Üreticinin Sorumluluğu, Ankara, 2005.
Damla Gürpınar; Sözleşme Dışı Yanlış Tavsiyede Bulunma, Öğüt veya Bilgi Vermeden Doğan Hukuki Sorumluluk, İzmir, 2006.
Selim Kaneti; Haksız Fiilde Hukuka Aykırılık Unsuru, İstanbul, 2007.
Kerem Cem Sanlı; Haksız Fiil Hukukunun Ekonomik Analizi Hukuk ve Ekonomi Öğretisi, İstanbul, 2007.
Hasan Petek; İlaç Üreticisinin Hukuki Sorumluluğu, Ankara, 2009.
Seda İrem Çakırca; Türk Sorumluluk Hukukunda Yansıma Zararı, İstanbul, 2012.
Kumru Kılıçoğlu; Yansıma Yoluyla Zarar, Ankara, 2012.
Osman Ermumcu; 1086-6100-5110 Sayılı Kanunlara Göre Hakimlerin Hukuki Sorumluluğu, Ankara, 2013.
Mehmet Orhan Batmaz; Noterlerin Hukuki Sorumluluğu, İstanbul, 2015.
Kadir Berk Kapancı; Ahlaka Aykırı Bir Fiille Kasten Verilen Zararın Tazmini (TBK 49 II), İstanbul, 2016.
Sami Narter, Kusursuz Sorumluluk, Haksız Fiil Sorumluluğu ve Tazminat Hukuku, Ankara, 2016.
Pınar Çağlayan Aksoy; Hukuka ve Ahlâka Aykırılık Unsurları Çerçevesinde Salt Malvarlığı Zararlarının Tazmini, İstanbul, 2016.
Ümit Gezder; İçerik Sağlayıcının ve Yer Sağlayıcının Hukuki Sorumluluğu ve Sorumluluk Muafiyeti, İstanbul, 2017.
Sinan Sami Akkurt; Türk Sivil Havacılık Mevzuatı ve Uluslararası Konvansiyonlar Kapsamında Sivil Havayolu İle Yolcu Taşımacılığından Kaynaklanan Hukukî Sorumluluk, Ankara, 2018.
Meliha Sermin Paksoy; Sözleşmeyi İhlale Yöneltme, İstanbul, 2018.
Başak Baysal; Haksız Fiil Hukuku, BK m. 49-76, İstanbul, 2019.
Ramazan Korkmaz; Haksız İhtiyati Tedbir ve İhtiyati Hacizden Kaynaklanan Tazminat Davası, İstanbul, 2020.
Günhan Gönül Koşar; Haksız Fiil Sorumluluğunda Kusur ve Etkisi, İstanbul, 2020.
İlhan Kara; İmalatçının Ürün Sorumluluğu, Ankara, 2021.
Yıldırım Keser; Ürün Sorumluluğu, Ankara, 2021.
1 818 sayılı Borçlar Kanununun 41 inci maddesiyle başlayan “İkinci Fasıl / Haksız muamelelerden doğan borçlar” şeklindeki alt başlık, burada hukukî işlemden (muameleden) doğan borçların değil, haksız fiilden doğan borçların söz konusu olduğu göz önünde tutularak, Tasarıda “İkinci Ayırım / Haksız Fiillerden Doğan Borç İlişkileri” şekline dönüştürülmüştür.